1. resulullah’la benim aramdaki farklar

    resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim,
    resulullah yolda ebubekir’i görse ‘es selamu aleyküm ya sıddık’ derdi,
    ben yolda ebubekir’i görsem tanımam.
    resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
    ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
    gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

    resulullah azrail’i yolda görse tanırdı;
    ben azrail’i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
    derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

    resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
    o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah’ın resulü; fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

    resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki ‘kızım ha gayret!’;
    ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘anneciğim ölmesen…’

    ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘anneciğim seni ben…’;
    annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz

    resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
    ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

    ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

    anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf…

    resulullah çok şanslı bir insan
    annesi öldüğünde o küçücüktü;
    benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
    zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

    annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

    olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
    verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
    resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
    nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü.

    (bkz: ah muhsin ünlü)
  2. "delirmeyi bir kez denersem
    bırakamam diye korkuyorum
    durup kuyu taklidi yapmayı öğretiyorum kalbime
    atıldığından beri düşmeyi sürdüren bir taş var içinde." sinem sal
  3. madde xiii
    bu yasaya göre, artık
    satın alamayacaktır kimse
    doğacak güneşleri.
    korkunun sandığından çıkarılacak
    ve bir dostluk kılıcı olacaktır para,
    gelecek günleri kutlama hakkını,
    şarkı söyleme hakkını savunacaktır.

    thiago de mello'nun insan yasası şiirinden
  4. ayışığında oturduk
    bileğinden öptüm seni

    sonra ayakta öptüm
    dudağından öptüm seni

    kapı aralığında öptüm
    soluğundan öptüm seni

    bahçede çocuklar vardı
    çocuğundan öptüm seni

    evime götürdüm yatağımda
    kasığından öptüm seni

    başka evlerde karşılaştık
    iliğinden öptüm seni

    en sonunda caddelere çıkardım
    kaynağından öptüm seni
    tomris uyara yazmış olduğunu düşündüğüm muhteşem cemal süreya şiiri.
    r2-d2
  5. "elimden gelen bu ben iki kişiyim
    çoğalmak neyse ne azalmak zor
    birisi seni her an bırakıp gittiğim
    öbürü kan gibi tutulmuş seviyor
    ağzındaki acı alnındaki çizgiyim
    gözlerine kirli bir bulut getirdim
    hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor

    elimden gelen bu ben iki kişiyim
    birisi kapadığın kapılardan gitmiyor
    yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o
    bir yerin üşüse onun sıcaklığı
    öbürü en içten çağrını işitmiyor
    alıp tutmaksa o basıp gitmekse o
    bakışları kıyısız deniz uzaklığı

    elimden gelen bu ben iki kişiyim
    ikisi birden çıkmaya uğraşıyor
    bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
    birisi yeni baştan serüvene başlamış
    öbürü silahında son mermiyi sıkıyor
    çoğalmak neyse ne azalmak zor"

    (bkz: attila ilhan)

    çoğalmak neyse ne azalmak zor...
  6. ''ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
    dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
    sevmek için güzele mi bakmalı?
    çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
    hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
    özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
    hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
    saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
    solması için gülü dalından mı koparmalı?
    pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
    öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
    saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?''

    victor hugo
  7. nazım hikmet'in yaşamaya dair triosudur:

    1
    yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey
    yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

    yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.
    yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.

    2
    diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan,
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.
    diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
    diyelim ki hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
    yani, nasıl ve nerede olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

    3
    bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani bu koskocaman dünyamız.
    bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
    şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    böylesine sevilecek bu dünya
    "yaşadım" diyebilmen için...

    (bkz: nazım hikmet)
    ozee
  8. ilerleyen aydınlığın içindeyim
    ellerim iştahlı, dünya güzel.

    gözlerim doyamıyor ağaçlara
    ağaçlar öyle ümitli, öyle yeşil.

    güneşli bir yol gidiyor dutlukların arkasından
    mapushane revirinde penceredeyim.

    duymuyorum ilaçların kokusunu,
    bir yerlerde karanfiller açmış olacak.

    işte böyle laz ismail,
    mesele esir düşmekte değil,
    teslim olmamakta bütün mesele!

    nazım hikmet
  9. çok şair, çok şiir okudum şu vakte kadar. yalnız türk şiiri de değil, dünyadan da çok örnek, çok tür okudum. ancak pek azı bana aşağıdaki şiiri ilk okuduğumda ve her okuduğumda hep aynı şekilde hissettiğim sıcak, coşkulu, hüzünlü ve ümitvar hisleri bir arada tattırmıştır. şairi kim, fikirleri ne olursa olsun, hakkında ne düşünürseniz düşünün, bana kalırsa bu şiir türkçe şiirin en güzel, en etkileyici, en her şeyi anlatır örneklerinden biri, hatta bazen en birincisi. okudukça insanın aşık olası, maşuk olası, maşuka olası, böyle cengaverce sevesi geliyor...

    -

    ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
    bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
    pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
    sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

    gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
    ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
    her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
    yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

    ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
    ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
    hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
    çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

    gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
    gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
    gözler ki birer parçasıdır sende ilahın,
    gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,

    vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
    sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
    bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
    bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

    hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
    vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
    dinmez! gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
    dinmez! ebedi özleyişin bestesidir bu!

    hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
    görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
    dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
    tek bendeki volkanları söndürse denizler!

    hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'kaabil';
    imkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil.
    sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
    toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

    mehtaplı yüzün tanrı'yı kıskandırıyordur.
    en hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
    yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
    kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

    hüseyin nihal atsız
  10. düşün, uzay çağında bir ayağımız,
    ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
    düşün, olasılık, atom fiziği
    ve bizi biz eden amansız sevda,
    atıp bir kıyıya iki zamanı
    yarının çocukları, gülleri için,
    koymuş postasını,
    görmüş restini.
    he canım,
    sen getir üstünü.