-
sen, benim en güzel şiirimsin.
boynunda burnum var ve
burnunda kokum var.
sen, benim baktığım en güzel şeysin.
gözlerin üzerimde, baktığın yerde ben varım.
ellerin senin için atan kalbimin etrafında
bir kuşu tutar gibi tutuyor
içerisi sımsıcak, sessiz ve sakin.
uyurken mis gibi rüyalar gören bir
bebeğin gülümsemesi gibi.
kalbim avuçlarında
burnum boynunda
kokum burnunda
avuçların kalbimin etrafında
ve sen, benim en güzel şiirim
kalbimdesin. -
bazen uyuyan kedileri ölmüş zannediyorum
güneşe uzanmış tembellik eden kedilere
korkarak yaklaşıp
sesleniyorum
bazen miskince açıyorlar gözlerini
git başımdan der gibi
gösteriyorlar dişlerini
"git, güneşimi kesiyorsun"
bazen korkup hemen
kalkıyorlar yerlerinden
ben usandım onlara kalkan ellerden
kediler de benden
bugün, bir kedi gördüm
derin uykuda, bir kenarda
seslendim ona, bekledim
hareketsiz bedenini, patilerinin ucundaki
sinekleri gördüm -
uyanınca öp beni
gözlerin henüz yeni açılmışken
varlığımı fark edip gülümsemişken
yattığın yerden doğrul ve
öp beni
hisset beni
sana dokunduğumda
tam kalbine, işte oralarda bir yerlere
belki beceremem ama
yaptığımda hisset beni
ve uyanınca öp beni
bileklerimi
daha az önce lavanta esanslıyla
ovduğum bileklerimi
önce üzerinde burnunu gezdir
sonra öp
bu tüylerimi diken diken edince
gözlerimi kapatırım
ve sen durana kadar
açamam -
üzerimde sabaha karşı işlediğim bir cinayetin kokusu var.
yüz kere
yüz kere yıkandım.
güzel kokular sıktım
artık alışmalıyım anasını satayım.
saçlarımı kestirip günahlarımla sevişmeliyim
aynaya baktığımda içimi görebilmeliyim
gerçekte içimdeki o zehirli yaratığı
boynundan tutup bir hamlede öpmeliyim
bir çift parlak gözün beni sevgili sandığı o geceye geri gitsem.
kaçmasını istesem, kaçmasa
gidip kendimi bağlardım
birileri bana dehşetle bakarsa
arkama yaslanıp ağlardım
ayaklarından çekerek ölüme sürüklediğim o güzel insanlar.
hepinizin bunu hak ettiğini düşündürecek şeyler var
ama ağlamanızı istiyorum.
öfkeden daha kıymetli gözyaşı
her döndüğümüz duvar köşesinde
kanlı ellerinizin izleri var
ne yaptınız kendinize böyle?
ölmek üzereyken günahlarınızı temizliyorsunuz
sanki daha önce hiç ölmemiş gibi bakıyorsunuz -
gözlerim insanlardan kaçıyor
zaten onlar da yüzüme bakmıyor
ellerin uzanıp zihnimin kapılarını açıyor
çatlamış ar damarımı senden gizleyemiyorum
derin bir nefes aldığımda, kül tablası sen kokuyor
ruhumun dikenleri vücudumun pamuğundan ayrılmaya çalışıyor.
kirpiklerin kalbimin alfabesini okuyor
patlamış dudaklarımı senden gizleyemiyorum
parmak uçların birer karınca oluyor
gıdıklıyor kollarımı, hem de ısırıyor
derimin altına ulaşıp beni uyuşturuyor
yok saydığım duygularımı senden gizleyemiyorum -
sen beni çok sevince
beni kendinle bir görünce
o, odandaki açık pencere
sana benmişim gibi davrandı her gece
uzattığında öptü parmak uçlarını
dikkatli baktığında sakladı bütün acılarını
açık bir pencere olmaktan duyduğu
o büyük utancı
kederini de çekti içine, keyfini de
tıpkı senin o cızırdayan tütünü
çektiğin gibi içine
gitmek istedi belki ama o bir pencere
öyle bir pencere ki
kırılmak ister, paramparça olmak
çünkü bilir, özgürlüğü budur gelecekteki
tek arkadaşı olan perde süzülür kenarlıklarından
işte ben o pencereydim
çünkü sen öyle dedin
ben gittim, pencere hala ağlıyor
kapat artık o pencereyi, sonbahar geliyor -
yağmuru arzularken galata'yı izliyorum.
elimi uzatıp ulaşabilmek
etrafında turlayan bir kuş olabilmek istiyorum.
rüzgarı hissediyorum derimin een ince yerinde
ve aslında senin bulunman gereken vücudumun derinlerinde.
tanrı bana fısıldıyor, kuş olabileceğimi
duyasım gelmiyor, biliyorum
duysam aslan kesileceğimi
avuçlarımı açıp izliyorum yağmur damlalarının içimden geçişini
yağmur görüyor benim bile görünmez halimi
hiç tatmadığım tamamlanmışlık hissini
biliyorum senin sayende yiyip bitireceğimi
ve kuş olup uçuşmak değil
aslan olup tutuşmak istiyorum
senin korkak bir kuş olduğunu
çok sonra fark ediyorum. -
toprağından koparmak istediğim her çiçeğin
kökünden kavradığım her dalını
zaman zaman nazikçe
bazenleri haince
ama her daim şevkle
sahibi olduğum için
ve hatta bir güzel yediğim için
dişlerimin arasında liflerini
narince kıvrılan ince belini o çiçeğin
işim bittiğinde ait olduğu toprağa tükürdüğüm
bitecek bir işim olmadığında çöpe attığım
ya da öyle yaptığımı sandığım için
bir defa bile geriye dönüp bakmadığım
baktığımda vicdanımın sesini duyacağım için
portakalda bir çiçekte bulunduğundan
daha çok tat ve vitamin bulunduğu için
çiçeklerin yenmeyeceğini ağzımda bıraktıkları
çirkin kıvamdan öğrendiğim için
bütün çiçekleri rahat bırakmaya ant içtim
biri hariç -
bileğinde altın künye takılı beyefendi
o bileğin kolunla birleştirdiği elini
uzatmıyorsun bir türlü bana
dudaklarım duvarında asılı
belki de arka cebinde saklı
uzatmazsan uzatma
dönüp bakmıyorsun bekliyorlar kıpkırmızı
bu benim çektiğim en huzurlu işkence
artık gözlerin üzerimde belli belirsiz
çığlığım sayesinde
ağzımdan her nefes aldığımda
feminen bir parfüm kokusu
giriyor içeriye
soyuyor beni sadakatsizce
engel olmuyorum. olamam. olmam ki zaten
yine de istedim seni, gerçekten
bir süreliğine belki on yıl
ama geçip gideceksin kalbimden
çocukluluğunun geçtiği evden
ben de kalkıp yerimden
öpeceğim her yerimden
acemice sevilmiş bir kadın olmayacağım
kendimi çok, çok ustaca seveceğim
kendisi için ölüp dirilen kadını istemeyen sen
biri için öldüğünde gerçekten ölen ben
değmeyeceğini bildiğim halde üfleyeceğim
sonra yine yenilip yine dirileceğim
yine yemek isteyeceğim
kokunu -
daha az önce pis ellerden tokat yemiş bir sokak çocuğunun yaşlı gözleri geçiyor gözümün önünden
hem çok erken yaşlanmış hem de ağlamış belki ağlamaktan çekinerek tutmuş göz yaşlarını ama kopan birkaç damla aşağı akıp kirli yüzünü çamura bulamış
yardıma muhtaç ama umutsuz
çünkü ne zaman umutlansa hayat ona kıçını göstermiş
şimdi çaresiz bakan gözleri ve
gözyaşının ıslattığı lekeli yüzüyle
geçiyor önümden