• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.78)
der himmel über berlin - wim wenders
arzunun kanatları, savaş sonrası dönemin ve modernizm atmosferinin karıştığı berlin'de gezmekte olan iki meleğin öyküsünü anlatır. utanç duvarıyla ikiye bölünen berlin şehrinde insanları gözlemleyen damiel ve cassiel isimli iki melek insanlara görünmeseler de tüm yalnız ve depresif ruhlara yardım etmektedir. şehrin yaşadığı yıkımın ve tarihin yakın tanıkları olan melekler, insanların üzücü düşüncelerini duydukça onları rahatlatmaya çalışmaktadır. damiel ve cassiel insanlara görünmez olsa da sadece çok iyi kalpli bazı çocuklara görünebilmektedir. bir gün damiel, güzeller güzeli bir artist olan marion'a aşık olur ve hayatı tecrübe edebilmek için insan formuna dönüşebilmeyi dilemeye başlar.
  1. 'der himmel uber berlin' yani 'berlinin üzerindeki gökyüzü'
    başlarında bir türlü adapte olamadığım bir filmdi benim için. sürekli kaygılar,düşünceler,ah' lar,vah' lar dan ibaret insanların iç sesleri, yaşam manzaraları ,arada alaka olmaksızın geçip duran hikayelerle başlıyor. tek bağlantımızsa onları izleyen,dinleyen,dikkate alan,hatta imrenen,merak eden melekler. başrollerde bruno ganz - ki bana göre çok güzel bir simaya sahip- , otto sander,solveig dommartin,peter falk ın oynadığı
    win wendersin yazıp yönettiği film 2. dunya savaşının,alman halkının gözünden yıkımın sebep olduğu acıları aslında bu durmadan filmde akıp giden düşüncelerle ortaya koyuyor. sık sık eskiye özlem duyan insanlar savaştan önceki evleri,komşuları, arkadaşlarıyla vakit geçirdikleri yerlerin harabesiyle karşı karşıya kalışları,ve zarar gören çocuklar.. çocuklar.. ki bence filmde ayrıntısı güzel düşünülmüştü.. !---- spoiler ----!

    yalnızca onlar melekleri görebiliyor

    !---- spoiler ----!
    savaşın yıkımının yanında en dikkatimi çeken şey ise insanların berlin duvarındaki resimleri. asker tarafında bulunan duvarların bir o kadar soğuk,renksiz,sadece ve sadece bir yapı özelliği gösterirken, halkın tarafında olan kısmın rengarenk,canlı olması insana o durumda dahi güzel duygular uyandırıyor.insanı insan yapan şeyi bir kez daha gözümüze sokuyor.
    !---- spoiler ----!

    nitekim filmin sonunda insan olan meleğimiz ilk defa gördüğü renkleri buradan öğrenmiştir

    !---- spoiler ----!

    film iki açıdan izleyiciye sunulmuş. birincisi daha çok bu şekilde göreceğimiz siyah-beyaz olan hep dışardan takip edilen bir dünya^:meleklerin gözüyle^,diğer yandan renkli,iç seslerin olmadığı, hissedilen,yaşanılan dünya^:insanların gözüyle^. burada dikkatimi çeken şey meleklerin dış dünyaya izlemek dışında yaptıkları tek müdahalenin 'umut vermek' olmasıydı. ne zaman insanların kendi içinde umutsuz konuşmaları olsa buna üzülen melekler dokundukları insanın içini umutla dolduruyordu bir anda ve iç sesler bi anda farklı yönde konuşma yapıyordu.

    daha fazla filmle ilgili spoiler vermemeye çalışmadan bitireyim artık.filmde peter falk'ın da dediği gibi: !---- spoiler ----!

    kendin yaşayarak öğren, güzelliği orada zaten

    !---- spoiler ----!^:ya da ona benzer birşey :)^

    filmi yalnızca vakit geçirmek için izleyene önermem,fakat sinemayla gerçekten ilgilenen insanlar için izlenmesi gereken bir film. harika monologları var ki,beni izlediğim filmler arasında en çok etkileyen monologlardan birisi olan bruno ganz'ın filmin başındaki konuşmasıyla bitiriyorum. insan olmayı sorgulatan, söylediklerini yapabiliyor olmanın aslında bize nasıl bir duygu kattığını bile hiç düşünmediğimiz şeylerde nasıl bir haz olduğunun meraklı konuşması..

    !---- spoiler ----!

    yağmurun altında şemsiyesini kapatıp kendini ıslanmaya bırakan bir kadın yolcu. öğretmenine eğrelti otunun topraktan nasıl çıktığını anlatan bir öğrenci. buna şaşıran bir öğretmen. varlığımı hissedince saatine dokunan. kör bir kadın. böyle ruhani bir şekilde yaşamak, sonsuza dek her gün insanların arasına karışmak çok güzel. hayaletliği ispatlamak. ama bazen bu sonsuz, ruhani varlığımdan sıkılıyorum. sonsuza dek her şeyin üstünde süzülmek istemiyorum, üstümde bir ağırlık hissetmek istiyorum. içimdeki sınırsızlığı kaldırıp, beni toprağa bağlasın. her adımda ya da rüzgar esintisinde, her zamanki gibi "daima" ve "sonsuza dek" değil. kağıt oynanan bir masaya oturmak, selamlanmak. bir baş işareti yeter. şimdiye kadar katılmış olsak da bu göstermelikti. aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. sonra göstermelik olarak balık tuttuk. sofralarda göstermelik olarak oturduk, orada yedik ve içtik ama göstermelik. kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. dışarda çöl çadırının yanında, hepsi göstermelik. hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum. ama uzun bir günden sonra, philip marlowe gibi eve gelip, kediyi beslemek güzel olurdu. ateşinin çıkması, gazeteden parmaklarının boyanması, sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek. bir boyun veya kulak çizgisinden etkilenmek. yalan söylemek, istediğin kadar. yürürken iskeletinin de beraber geldiğini hissedebilmek. her şeyi bilmek yerine, tahmin etmek zorunda kalmak. "ah"... "oh".."ah" ve "yo" diyebilmek. evet ve amin yerine. evet. bir kere de olsa kötülükten heyecan duymak.geçen insanlardan dünyanın tüm kötü ruhlarını ve şeytanlarını alıp, onları dünyaya saçabilmek. yabani biri olmak. ya da en sonunda masanın altında, ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek. ya da parmaklarını oynatabilmek.^:evet burada ayak parmaklarımı oynattım^ yalın ayak, böyle. yalnız kalmak, oluruna bırakmak, ciddi olmak. ancak, ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz. bakmaktan başka bir şey yapma. topla, kanıtla, doğrula, koru. ruh olarak kal. mesafeli ol, sözüne sadık kal.

    !---- spoiler ----!

    ayrıca (bkz: youreads sinema grubu)

mesaj gönder