1. hep hayatımın bir döneminde yaşamayı istediğim şimdi ise bir yıl önce başlayan o dönemin hemen sona ermesini istediğim bunaltıcı şehir.
    o kadar yapacak hiçbir şey olmayan bir şehir ki insanların yazın yapabileceği en rahatlatıcı, en eğlenceli faaliyet piknik yapmak. mogan, göksu, eymir... 3 5 ağaçtan başka gölgelik bir alan bile bulunmayan, başka şehirlerdeki, şehir içinde bulunan küçük parkları andıran piknik alanları. insanın dışarı çıkası gelmiyor.
    şu son bomba olaylarından sonra da iyice berbat bir yer oldu burası.
  2. an itibari ile kızılay meydanında polis şüpheli paketi patlattı halk panik halinde her hangi bir sorun yok kapatılan yol tekrar açıldı
  3. yeni taşındığım şehir.
    yıllarca istanbul'da otur,üniversiteyi çanakkale'de oku sonra gel buraya taşın...
    pazar günü ''boğazda kahvaltı'' diye bi kültürüm vardı be sözlük,taşındığımdan beri kahvaltıya gitmedim...
  4. aslında sevilecek bir tarafı yoktur ama kopamazsın da il dışına giderim özlerim dönerim sıkılırım kaçmak gitmek isterim. seveni kopamaz sevmeyeni nefret eder zaten ankaranın. saplantı takıntıdır ankara mutlu etmez ama yokluğunu fazlasıyla hissettirir.
    wtf
  5. melih gökçek'in yarattığı ulaşım problemlerini ve kimi zaman yaşanılmayacak kadar korkunç iklimi dışında fena şehir değil.
  6. bir rivayete göre, bütün kalbi kırık aşkların yolu en az bir kere ankaradan geçmiştir.

    bende de bunlardan bir tane var; içinde hacettepe, çiğdem ve tren garı içeren. sözde kavurucu yaz sıcağının ortasında ankara soğuğunu hissettiğim. geriye dönüp bakınca, yaşamam gereken bir serinlik duyduğum.

    belki de bundandı soğuk iklimleri sevmemem.
    belki de ayrılıklar ankara'da başka güzeldi.

    belki en doğru karardı ilk şarabımı ankara'da içmemem.

    kim ne derse desin, tüm o cezbedici griliğiyle beraber, bir hüzün şehridir ankara.
  7. vizontele’de, hayal kırklığının başkenti diyordu ahmet yaşadığı yere. belediye başkanı nazmi ise yaşadığı yeri sevmekten bahsediyordu aynı filmde. eğer ankara’ya uyarlayacak olursak, benim için ankara’yı sevmek ve sevmemek için geçerli gerekçelerin ekranda anlatılmasıdır bu iki karakterin ağzından dinlediklerim. baştan belirteyim, ben ahmet gibi hissedenlerdenim.

    alex proyas’ ın 1998 yapımı dark city adlı filminde söyle bir cümle vardı: çünkü saatlerce, saatlerce uyanık kaldım ama gece hiç sona ermiyor burada. ankara bana hep proyas’ ın karanlık şehrini anımsattı. şehrin üzerine çökmüş ve insanları esir almış bir kasvet ve gerilim havası. hep gri derler ya ankara için, iyimserliklerindendir zannımca o renk seçimi. oysa zifiri karanlıktır ankara.

    hiç kendisi olamamış gibi geldi bana hep. kendi halinde bir yer iken, bir mücadelenin başkenti olmuş ve akın akın gelen münevverler kendilerince tanımladıkları çağdaş medeniyete uydurmaya çalışmışlar onu. olmuş mu? olmamış. sonra bu mücadele meyve verince, ekmek çıkmış ortaya ve sonuç olarak, akın akın gelmişler çorum’dan, yozgat’tan, çankırı’dan ve diğer orta anadolu kentlerinden. öncekilerin batırdıklarını, onlar sıvamışlar şehrin çehresine. devlet-i aliyye’nin yenilikçi oligarklarının kentleştiremediği ankara’yı onlar da kasabalaştıramamışlar. velhasılı kelam, bir ucube çıkmış ortaya.

    belki de, necatigil’in dediği gibi; gizli bahçesinde açan çiçekleri vardı ve o vermeye az buluyordu bize. ama hiç bilemeyeceğim bunu. ankara, bir çocuk için bir başkasının annesi veya bir anne için bir başkasının çocuğu gibidir. özelliklede orada doğmayan veya orada üniversite okumayanlar ya da genç yasta oraya yerleşmeyenler için. hani ne anne kendi doğurmadığını, ne de çocuk kendisini doğurmayanı o kadar da sevemez ya, bende ankara’nın doğurmadığı çocuk olarak sevemedim ankara’yı.

    özlemiyor da olsam seni, sanma ki üzülmüyorum kızılay’ında biten kan çiçeklerine.
  8. ankara özlenebilir geriye kalan her şehir gibi. zaten ben sokaklarına aşık olmam şehirlerin. bana hep o şehri sevdirecek biri olurdu. ankara'da olmadı sevemedim.
  9. slipo
  10. bahçelievler'e gitmek için her nasılsa beşevler metrosunda inip yürümeniz gereken tek şehirdir.