1. kimdi kimdi kalan
    giden mi suçludur her zaman?
    ne zaman başlar ayrılıklar
    dostluklar biter ne zaman

    her geçen gün bir parça daha
    aldı götürdü bizden
    aynı kalmıyordu hiçbir şey
    değişiyordu her şey
    kendiliğinden

    artık çözülmüştü ellerimiz
    artık bölünmüştü yüreğimiz
    birimiz söylemeliydi bunu
    ötekini incitmeden

    kimdi giden kimdi kalan
    aslında giden değil
    kalandır terk eden
    giden de
    bu yüzden gitmiştir zaten

    murathan mungan
  2. ''
    kendi olarak, sana gelen
    sana gereksinimi olmadan, seni isteyen
    sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen
    kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan
    o, işte...'' oruç auroba
  3. masa da masaymiş ha
    adam yaşama sevinci içinde
    masaya anahtarlarını koydu
    bakır kaseye çiçekleri koydu
    sütünü yumurtasını koydu
    pencereden gelen ışığı koydu
    bisiklet sesini çıkrık sesini
    ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    kimi seviyordu kimi sevmiyordu
    adam masaya onları da koydu
    üç kere üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu
    pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu
    bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu
    uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    tokluğunu açlığını koydu.
    masa da masaymış ha
    bana mısın demedi bu kadar yüke
    bir iki sallandı durdu
    adam ha babam koyuyordu.

    edip cansever
  4. dağlarının, dağlarının ardı,
    nazlıdır.
    uçurum kıyısında incecik bir yol
    gider dolana - dolana,
    bir hastan vardır, umutsuz,
    belki ayşe, belki elif
    endamı kuytuda başak,
    memesinin, memesinin altında,
    bir sancı,
    bir hayın bıçak...

    ölüm bu,
    fıkara ölümü
    geldim, geliyorum demez.
    ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
    ya da seher, mahmurlukta,
    bakarsın, olmuş olacak.
    bir hastan vardı umutsuz,
    hasreti uykularda,
    hasreti soğuk sularda.
    gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
    iki mavi, kocaman korku çiçeği,
    açar, derin kuyularda...

    dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
    hiç akıl edip de düşünen var mı?
    gün kimin hesabına tutar akşamı,
    rahmetinden kim demlenir bulutun,
    hayırlı evlat makina
    nasıl canavar kesilir.
    kurdun, karıncanın rızkını veren
    toprak nasıl ayartılır,
    yüz vermez topal öküze,
    ve almaz koynuna kara sabanı.

    sepetçioğlu'm kömür işçisidir,
    mavzer değil, kürek tutar urfalı nazif
    mal, haraç - mezattır,
    can, pazar - pazar.
    kırmızı, ak ve esmer,
    yumuşak ve sert buğdaları
    yaratan ellerin sahibidir bu,
    kör boğaz, nafaka uğruna,
    haldan düşmüş, tebdil gezer...

    dağlarının, dağlarının ardı
    nasıl anlatsam...
    ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
    çırılçıplak,
    vay kurban...
    "kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
    yiğitlik, sen cehennem olsan bile
    fedayı kabul etmektir,
    cennet yapabilmek için seni,
    yoksul ve namuslu halka.
    bu'dur ol hikayet,
    ol kara sevda.

    seni sevmek,
    felsefedir kusursuz.
    imandır, korkunç sabırlı.
    ip'in, kurşun'un rağmına,
    yürür pervasız ve güzel.
    sıradağları devirir,
    akan suları çevirir,
    alır yetimin hakkını,
    buyurur, kitabınca...

    gün ola, devran döne, umut yetişe,
    dağlarının, dağlarının ardında,
    değil öyle yoksulluklar, hasretler,
    bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
    bir tek zeytin dalı bile yalnız...
    sıkıysa yağmasın yağmur,
    sıkıysa uyanmasın dağ.
    bu yürek, ne güne vurur...
    kaçar damarlarından karanlık,
    kaçar, bir daha dönemez,
    sunar koynunda yatandan,
    hem de mutlulukla sunar
    beynimizin ışığında yeraltı.

    her mevsim daha genç, daha verimli,
    sunar, pırıl - pırıl, sebil,
    ömrünün en güzel aşk hasadını,
    elimizin hünerinde yeryüzü.
    dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
    bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
    şafakla doğan işgücü.
    yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
    ol kitapta böyle yazılıdır,
    ol sevda, böyledir çünkü...
    (bkz: ahmed arif)
  5. bilerek mi yanına
    almadın giderken
    başının yastıkta
    bıraktığı
    çukuru
    güveniyordum
    oysa ben sevgimize
    vapur iskelesi
    ya da tren istasyonundaki
    saatin doğruluğu kadar
    beni senin gibi
    bir de annem terketmişti
    ki göbeğimde durur
    onun yokluğundan
    bana kalan
    çukur

    (bkz: sunay akın)
  6. beni güzel hatırla
    bunlar son satırlar...
    farzet ki bir rüzgardım
    esip geçtim hayatından
    ya da bir yağmur
    sel oldum sokağında
    sonra toprak çekti suyu...
    kaybolup gittim
    belki de bir rüyaydım senin için
    uyandın ve ben bittim...

    beni güzel hatırla
    çünkü sevdim seni ben
    her şeyini...
    sana sırdaş oldum
    dost oldum koynumda ağladın
    yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
    beni üzdün kınamadım
    alışıktım vefasızlığa
    el oldun aldırmadım...

    beni güzel hatırla
    sayfalarca mektup bıraktım sana...
    şiirler yazdım her gece
    çoğunu okutmadım
    sakladım günahını sevabını içimde
    sessizce gittim...
    senden öncekiler gibi sen de
    anlamadın...

    beni güzel hatırla
    sana unutulmaz geceler bıraktım
    sana en yorgun sabahlar...
    gülüşümü
    gözlerimi
    sonra sesimi bıraktım
    en güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka...
    söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
    vedalar bıraktım duraklarda...
    ne ararsan bir sevdanın içinde
    fazlasıyla bıraktım ardımda...

    beni güzel hatırla
    dizlerimde uyuduğunu düşün
    saçını okşadığımı
    üşüyen ellerini ısıttığımı
    mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
    alnından öptüğüm dakikaları...
    birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
    şaşırtmayı severim biliyorsun
    bu da sana son sürprizim olsun
    şimdi seninle yaşan günleri ateşe veriyorum
    beni güzel hatırla
    gidiyorum...
  7. nazım hikmet'in yaşamaya dair triosudur:

    1
    yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey
    yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

    yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.
    yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak yanı ağır bastığından.

    2
    diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan,
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.
    diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
    diyelim ki hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
    yani, nasıl ve nerede olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

    3
    bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani bu koskocaman dünyamız.
    bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
    şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    böylesine sevilecek bu dünya
    "yaşadım" diyebilmen için...

    (bkz: nazım hikmet)
    ozee
  8. benim için mevlana'dan şemsin gidişi üzerine yazdığı etme şiiridir.

    duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
    başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

    sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
    hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

    çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
    çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

    ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
    bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

    ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
    sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

    sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
    ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

    bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
    gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

    aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
    aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

    ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
    bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

    şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
    o zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

    bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
    huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

    harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
    ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

    isyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
    aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
  9. eski avluda

    bir çiçek açtığında
    bir eski avluda
    diyor ki;
    çalıda sarı bir çiğdemim ben
    ve senin çok eski cümlen.

    sen otursan, gitmemiş ki! olsan
    ben sana bir eski endülüs avlusu
    istersen serin bir portofino getirsem
    ya da yedigöllerin yedisini birden.

    bir çiçek açtığında
    bir eski avluda
    diyor ki;

    her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken
    buldum buluşturdum kendime geldim
    tek eksik sensin! incecik, çilli bir dille
    sen de gelsen.

    ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
    begonviller ve bir mavi kapı
    ve illa amansız bir avlu getirsem.

    dünya soğur, akşam serinlerken,
    benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
    kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
    ve işte en geniş cümlem:

    içimi açtım sana,
    içini açmak için.
  10. ilerleyen aydınlığın içindeyim
    ellerim iştahlı, dünya güzel.

    gözlerim doyamıyor ağaçlara
    ağaçlar öyle ümitli, öyle yeşil.

    güneşli bir yol gidiyor dutlukların arkasından
    mapushane revirinde penceredeyim.

    duymuyorum ilaçların kokusunu,
    bir yerlerde karanfiller açmış olacak.

    işte böyle laz ismail,
    mesele esir düşmekte değil,
    teslim olmamakta bütün mesele!

    nazım hikmet